1509 Büyük İstanbul Depremi (1509 Konstantiniyye Depremi)
1509 Konstantiniyye depremi veya 1509 Büyük İstanbul depremi, 10 Eylül 1509 tarihinde merkez üssü Marmara Denizi'nin kuzeydoğusu olan, 7.2 Ms (± 0.8) büyüklüğünde meydana gelen deprem.
Tarihsel kayıtlara göre deprem sonucunda Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti Konstantiniyye'de 4 bin ila 13 bin arasında kişi hayatını kaybetti, 10 binden fazla kişi yaralandı, yaklaşık 1070 hane yıkıldı ve binlerce yapı ağır hasar aldı.
Ayrıca depremin ardından oluşan ve yüksekliği bazı yerlerde 6 metreye varan tsunami dalgaları şehrin surlarını aşarak güzergahı üzerindeki semtlere ağır hasar verdi. En büyük yıkımın İstanbul'da olduğu depremin etkisi Bolu'dan Edirne'ye kadar hissedildi.
Oluşturduğu ağır hasar sebebiyle halk arasında "Küçük Kıyamet" (Kıyamet-i Suğra) olarak adlandırılan deprem, son 500 yıl içinde Marmara bölgesinde gerçekleşmiş olan en büyük ve en yıkıcı depremlerden birisi olarak kayıtlara geçti.
Jeolojik ve tektonik arka plan
Anadolu'nun kuzeybatısındaki Marmara Denizi bölgesinin aktif tektoniği, sismik yüzey faylanmaları ile birçok büyük deprem üreten sağ yanal atılımlı Kuzey Anadolu Fay Zonu (KAF) tarafından domine edilir. KAF'taki sağ yanal faylanma İzmit'in batısına kadar devam eder, ancak Marmara Denizi'nde birkaç paralel alt kol üzerine dağılır. Marmara Denizi'ndeki sismik yansıma araştırmaları, büyük normal bileşenlere sahip birçok fay ortaya çıkarmakta ve kenarlarında normal faylanma mekanizmalı depremler görülmektedir.
Dünyanın ve günümüzde Türkiye'nin en aktif fay hatlarından birisi olarak kabul edilen Kuzey Anadolu Fay Hattı, batıda Ege Denizi'nden başlayıp doğuda İran-Türkiye sınırına kadar 1500 km uzunlukta sağ-yanal atımlı olarak uzanmaktadır.
KAF tarihte ve günümüzde birçok can kaybı ve maddi kayıp ile sonuçlanan yıkıcı depremler üretmiştir. Marmara Denizi bölgesinin son 2000 yıldaki uzun vadeli sismisitesinin yakın zamanda yeniden değerlendirilmesi ile, büyüklükleri 6.8 ila 7.4 arasında değişen 15 büyük deprem tespit edildi.
1509 depreminden önceki en büyük deprem İstanbul'un Fethi'nden 36 yıl sonra 14 Ocak 1489 (894 yılı Safer ayının on üçüncü günü) meydana geldi. Osmanlı kaynaklarında "...bir azim zelzele vaki olup nice minareler ve binalar yıkılıp harap oldu..." ifadelerinin geçtiği depremin şiddeti VIII olarak tahmin edilmiştir.
Deprem ve etkileri
Deprem, 10 Eylül 1509 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki Marmara Denizi'nin kuzeydoğusunda, başkent Konstantinopolis'e 29 km uzaklıktaki Adalar'ın güneyinde öncü deprem olmadan meydana geldi.
Bazı kaynaklarda yerel saatte 22:00, diğer kaynaklarda ise gece 04:00 civarında meydana geldiği bildirilen depremin yüzey dalgası büyüklüğü daha önceki araştırmalara göre farklı olmakla birlikte, 7.2 Ms ile 8.0 Ms arasında tahmin edildi.
Günümüzde depremin büyüklüğü konusunda farklı teoriler bulunmaktadır. Japon deprem bilimci Kazuaki Sawai, depremin büyüklüğünün 7.2 ile 8.0 Mw arasında olduğunu tahmin etmektedir.
İstanbul Teknik Üniversitesi'nden yer bilimci Cenk Yaltırak 1509 depreminin Doğu Marmara Sırtı ve İzmit Körfezi arasındaki tüm fay bloğunun kırılması sonucunda gerçekleştiğini ve büyüklüğünün 7.6 Mw olduğunu ileri sürdü.
Yunan sismolojist Nicholas Ambraseys ise 1509 depreminin etkilerinin abartılmış olabileceğini, 70 km’lik bir fayın kırıldığını öngörerek sarsıntının büyüklüğünü maksimum 7.2 Ms olarak belirtti.
Ambraseys ile aynı görüşte olan Naci Görür ve Mustafa Erdik'te sadece Kumburgaz fayının kırıldığını ve depremin büyüklüğünün ancak 7.2 olabileceğini öne sürdüler.
50 saniye süren depremin merkez üssünün günümüz ölçümleri ile Adalar segmenti üzerinde bulunduğu belirlendi. Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın Çınarcık Havzasından Marmara Denizi'nin doğusundaki İzmit Körfezi'ne kadar 70 km (43 mil) ila 100 km (62 mil) arasında bir fayın kırıldığı düşünülmektedir.
Mercalli şiddet ölçeği'ne göre depremin şiddeti X (yoğun) veya XI (aşırı) olarak belirlendi. Çınarcık Havzasında deprem tarihine denk gelen bir türbidit yatağı tespit edilmiştir.
Depremin ardından bazı noktalarda boyu 6 metreye kadar ulaşan tsunami meydana geldi. Samatya Surları ve Ceneviz Surlarını aşan dalgalar yerleşim yerlerinin içine kadar girerken, İstanbul Surları zarar gördü.
Özellikle Galata bölgesinde çok sayıda ev sular altında kalarak denize karıştı. Marmara Denizinde gözlemlenen tsunaminin sadece deprem ile ilgili değil, depremin tetiklediği deniz tabanı heyelanlarından da kaynaklandığı deprem bilimciler tarafından öngörüldü.
Depremin zemine etkisi ile ilgili tek bilgi, Konstantinopolis ve Pera'da bazı yerlerde deprem sonucu yerin yarıldığı ve muhtemelen Haliç kıyılarında derin çatlakların olduğu bilgisi Tevârîh-i Âl-i Osman tarafından rapor edildi.
Artçı depremler ise kırk gün boyunca devam etti. Yarım saatlik aralıklarla meydana gelen ve doğası gereği şiddetli ve uzun süren büyük şoklar, sakinleri açık parklara ve meydanlara sığınmaya zorladı. Osmanlı tarihçisi, şair ve ilim insanı Ruhi Çelebi vaka-i namesinde, 45 gün boyunca yerin titremeye devam ettiğini ve insanların iki aydan fazla bir süre çatı altında uyumadığını, tarla ve bahçelerde yaşadığını aktardı.
23 Ekim ve 16 Kasım'daki artçı sarsıntılar oldukça şiddetliydi; ilki özellikle Trakya ve Edirne'de hasara yol açarken, ikincisi tüm Marmara bölgesinde etkili oldu.
Depremin, İmparatorluğun Rumeli Eyaleti'ne bağlı Edirne, Çorlu, Gelibolu ve II. Bayezid'in doğum yeri olan ve günümüzde Yunanistan sınırları içinde kalan Dimetoka'da dahi hasara yol açtığına dair raporlar bildirildi. Çağdaş Yunan bildirilerinde depremin tarihi, günü ve saati tam olarak aynı olarak verilirken, hasar gören yerlere Prens Adaları, depremin hissedildiği yerlere ise Aynoroz Dağı eklenmiştir.
Aynı dönemde Kahire'de bulunan tarihçi Muhammed İbn İyas (1448-1522), vaka-i namesinde 1509 depreminin Memlûk Devletindeki etkisine dair bir kayıt bırakmıştır. Deprem haberini veren 9 Ekim 1509 tarihli bir diğer mektup ise dönemin Voyvodası tarafından Transilvanya'dan Venedik Cumhuriyeti Dükü Leonardo Loredan'a gönderildi ve Voyvoda'nın İstanbul'da bulunan oğlu, bu haberi haberci aracılığıyla babasına iletti.
Kayıplar ve hasar
Fransız Rönesans yazarı ve arşivci Antoine du Pinet'in 1564 yılında kaleme aldığı kitabının 247. sayfasında deprem hakkında yer verdiği tasvir ve detaylar
Merkez üssü Marmara Denizi olan bu deprem, İstanbul da dahil olmak üzere doğudan batıya 200 km, kuzeyden güneye 500 km uzanan geniş alanlarda hasara yol açtı. Toplam nüfusunun 160-200 bin kişi olduğu tahmin edilen İstanbul ve Galata'da bazı kayıtlara göre en az 4000, farklı kaynaklara göre ise 13.000'den fazla insan öldü, 10 binden fazla kişi ise yaralandı. Nüfus oranlaması ile şehir halkının yaklaşık %10'u deprem sonucunda öldü ya da yaralandı. Osmanlı arşiv kayıtlarına göre, kurbanların çoğu yıkılan binalar altında ezilerek veya kurtarma çalışmalarının gecikmesi sonucu enkaz altında kalarak hayatını kaybetti.
Orijinali Topkapı Sarayı Müzesinde, görüntüsü de Osmanlı Arşivleri'nin TS. MAD. 9567 numarada bulunan ve Türkiye deprem tarihinin ilk ve en eski deprem raporu. Belgede 1509 depreminde hasar gören camilerin listesi yer almaktadır.
Depremin ardından başkent Konstantinopolis'te zarar görmeyen tek bir ev kalmadı. Surlar, kervansaraylar, hamamlar, kuleler, medreseler, sütunlar, dükkân ve evler yıkılırken, pek çok yapı ve tarihî eser ağır hasar gördü. Şehirdeki 80.000 binadan 1070'i tamamen yıkıldı. 109 cami yerle bir oldu ve ayakta kalanların çoğunun ise minareleri hasar gördü. Eğrikapı'dan Yedikule'ye kadar Konstantinopolis Surlarında bulunan burçlardan 49'u yıkıldı veya tahrip oldu.
Ayrıca surların son büyük kalıntısı olan ve 1900 yıl boyunca ayakta kalan İsa Kapısı yıkıldı. Yedikule Zindanları'nın kuleleri hasar gördü ve deniz surlarına bitişik inşa edilmiş evler denize gömüldü.
Şehrin o dönemde en büyük iki camisinden biri olan Fatih Camii ile henüz inşası yeni tamamlanan Bayezid Camii ağır hasar aldı. Fatih Camii'ndeki dört büyük fil ayağı sütununda yarıklar oluşurken, caminin hem sağ hem sol tarafındaki demir kirişler büküldü ve ana kubbenin yarısı parçalanarak çöktü.
Ayrıca camiye bağlı sekiz kurumdan biri olan Zamiri Medresesi'nin üç kubbesi ve ders odası yıkıldı; bu medreselerden bir diğerinin iki kubbesi çöktü.
Beyazid Camii'nin imaret ve ana kubbesi parçalanırken külliyenin içindeki diğer kubbeler ve kemerler kısmen yıkıldı, kiler ve minaresi ise çöktü.
Ayasofya'nın İstanbul'un Fethinden sonra yapılan minaresi yıkıldı. Caminin içindeki Bizans mozaiklerini örtmek için kullanılan sıva dökülerek Hristiyan tasvirlerini oluşturan İsa ve havarileri ile Meryem freskleri ortaya çıktı.
Avrupa yakasındaki Rumeli Hisarı, Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı, Yoros Kalesi ve Kız Kulesi depremin ardından hasar aldı. Hipodrom yakınlarındaki Aziz John Theologos Kilisesi de dahil birçok kilise yerle bir oldu. Fatih Camii civarındaki Karaman Çarşısındaki dükkanlar çöktü.
İstanbul'un doğusunda o dönem küçük ve az yerleşim bulunan Burgazada ve Heybeliada'da, Kurtarıcı İsa ve Aya Prodromou Rum Ortodoks Kiliselerinin kubbeleri çöktü.
Fatih Sultan Mehmed'in Eski Saray'ın içine dahil ettiği Theodosius Sütunu ağır hasar aldı. Şehzadebaşı yakınlarında bulunan ve şehre su sağlayan Bozdoğan Kemeri de etkilendi, kemerin Şehzade Camii yakınındaki kısmı zarar gördü. Davud Paşa Camii'nin minaresinin tepesi yıkılırken, iki kemeri ve bir kubbesi tamamen çöktü.
Hadım Ali Paşa Camii'nde hasar tespit edilirken, Hipodrom'daki altı sütun ve Dikilitaş devrildi. Başkentin yaklaşık 30 km batısındaki Küçükçekmece'deki iki ahşap köprü de hasar gördü ve onarılmak zorunda kalındı.
Silivri surları ve kalesinin de zelzeleden ciddi şekilde etkilendiği bildirildi. Topkapı Sarayı'nda Sultan II. Bayezid'in yatak odası çökerken, padişah birkaç saat önce namaz kılmaya kalkmak için odadan ayrıldığından zarar görmedi. İznik'teki yakın zamanda yapılan kazı çalışmaları ve onarımlar, bu kasabanın da hasar gördüğünü gösterdi.
Sonrası ve şehrin yeniden inşası
Sultan II. Bayezid on gün boyunca saray bahçesi olan Gülhane Parkı'nda kurulan çadırda kaldıktan sonra 23 Ekim 1509'da İstanbul'dan eski başkent Edirne'ye gitti. Burada Dîvân-ı Hümâyunu toplayarak depremden sonra afetin etkilerinin azaltılmasına yönelik kararlar aldı.
Sultan, deprem sonrası yeniden inşa ile bakım ve onarım işleri için Anadolu'dan 37 bin, Rumeli'den 29 bin işçi ve 3000 usta görevlendirdi. Toplam 31.093 kişiden Rumeli kökenlilerin dağılımı 1.250 mimar (benna), 250 marangoz (neccar) ve 29.593 işçi (ırgat) olarak tespit edildi.
Yeniden inşa süreci ve yapım masrafları için her yirmi evden bir kişi işçi olarak alındı ve hane başına 22 akçe geçici vergi toplandı. Buna göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa topraklarını oluşturan Rumeli Beylerbeyliği'nin doğrudan kontrol ettiği Paşa Sancağında 191.228 haneden 4.185.016 akçe toplandı.
Ayrıca, aynı vilayetin Bosna, Semendire ve İzvornik kazalarında toplam 431.634 haneden 9.495.948 akçe tahsilatı yapıldı. Öte yandan, Anadolu Yakası'nda bulunan Anadolu eyaletinde 502.300 haneden 11.050.600 akçe toplandı.
Osmanlı İmparatorluğu'nun dört bir yanından toplanan olağanüstü vergilerin toplamı 24.731.464 akçeye ulaştı. Bu miktar, Büyük İstanbul Depremi'nin üzerinden 18 yıl geçmişken, 1527 yılında İmparatorluğun tüm vergi gelirlerinin toplamı olan yaklaşık 327.820.000 akçenin %7,5'ine denk gelmektedir.
Deprem sonrası padişah tarafından çıkarılan ferman ile dolgu zeminler üzerine yapı yasağı getirildi ve başkentte inşa edilecek tüm yapıların ahşap-karkas malzemeden olması emredildi.
II. Bayezid'in çıkardığı bu ferman aynı zamanda Türkiye'de yapı tipi ve kullanılacak yapı malzemelerine dair kurallar getiren ilk yasal düzenleme olarak kabul edilmektedir.
Bizans dönemi boyunca ağırlıklı olarak taş malzeme kullanılarak yapılan İstanbul evlerinin depremden sonra, deprem anında esneyebilme kapasitesi ve daha dayanıklı bir malzeme olan ahşap kullanılarak yapılması depremin önemli sonuçlarından birisi olarak görüldü. Bu durum ahşap ev etrafında şekillenen klasik Osmanlı-Türk mahalle kültürünü de biçimlendirmesinde etkili oldu. Fakat ahşap mimarinin yaygınlaşması, Osmanlı tarihi boyunca sık sık tekrarlanan yangınlarda mahallelerin bütün olarak küle dönmesi sonucunu doğurdu.
23 Mart 1510'da başlayan yeniden inşa ve onarım çalışmaları Osmanlı hükümetinin inisiyatifiyle sağlanan muazzam miktarda para, işçi ve inşaat malzemesiyle yoğun bir şekilde yürütüldü ve iki ay gibi kısa bir sürede bitirilerek 1 Haziran 1510'da tamamlandı.
Tüm çalışmalar Mimar Hayreddin'in nezaretinde gerçekleştirildi. Evler, camiler, şehrin surları, köprüler, Rumeli ve Anadolu Hisarının tahrip olan yerleri, Kız Kulesi, medreseler, hanlar, çeşmeler yeniden inşa edildi ve tadilattan geçirildi.
Ruhi'nin vaka-i namesinde yalnızca şehir surları ve büyük camiler gibi kamu yapılarının onarımı hakkında bilgi verildiği için şehrin genel restorasyonunun tamamlanması için çok daha fazla zamana ihtiyaç duyulduğu varsayıldı.
Kazuaki Sawai'ye göre o dönemde 200.000'e ulaşan İstanbul nüfusu hesaba katıldığında, yeniden inşa çalışmalarında toplam nüfusun yaklaşık üçte birine denk gelen büyük miktarda işgücü görev aldı.
Yeniden inşa için gerekli inşaat ekipmanı ve malzemelerinin tedarikine ilişkin yer verilen Osmanlı arşivlerinde, demirden yapılmış alet ve malzemelerin sipariş adresi olarak, o dönem Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük maden şehri olarak gelişen, bugün ise Bulgaristan sınırları içinde kalan Samakov gösterilmiştir.
Samakov'dan temin edilen çeşitli inşaat aletleri arasında 10.000 kazma, 10.000 kürek, 500 çekiç ve 500 çivi sökücü bulunmaktadır.
Osmanlı tarihi çerçevesinde, bu toparlanma, 1453'te İstanbul'un Fethinden sonra gerçekleştirilen savaş hasarı toparlanmasının ardından gelen "ikinci toparlanma" olarak kabul gördü. Bu iki toparlanmanın ardından İstanbul'un nüfusu hızla artmaya başladı. Sonuç olarak, 16. yüzyılın ortalarında İstanbul, aşırı nüfusu nedeniyle gıda kıtlığı ve güvensizlik gibi çeşitli kentsel sorunlardan muzdarip devasa bir şehre dönüştü.
Nitelendirme ve kehanetler
Flaman ressam ve gravür sanatçısı Pieter Coecke van Aelst tarafından depremden yaklaşık 20 yıl sonra 1529 yılında yapılmış, tarihî yarımadayı ve depremin Fatih Camii ve minarelerine (üstte) verdiği hasarı göstermektedir
Bitmek bilmeyen artçı sarsıntılar ve depremin yarattığı tahribat ve kayıp nedeniyle Osmanlı tarihçileri ile halk, başa gelen felaketi Kıyamet-i Suğra yani "Küçük Kıyamet" olarak nitelendirdiler.
Bu tabir, Kıyamet'in geldiğini korkunç bir deprem ile haber veren Kur'an'ın 99. suresi olan Zelzele Suresi'ne atıfta bulunarak, depremleri kıyametle ilişkilendiren bir İslami eskatoloji geleneğinden gelmektedir.
Rivayete göre, Sina Dağı eteklerinde bulunan Azize Katerina Manastırı'ndan Rum bir keşiş, padişahın sarayında hazır bulunduğu sırada bir deprem olacağı kehanetinde bulundu. İstanbul'un Fethi'nden sonra şehrin artık bir Bizans kenti olmamasına içerleyen Avrupa'daki yorumlarda deprem, "Hristiyan dünyasına karşı silaha sarılan Türkler için Tanrı'nın layık gördüğü bir ceza" olarak görüldü.
Depremin olduğu dönemde hayatta olan Fransız astrolog ve kahin Nostradamus'un kehanetlerinin yer aldığı kitabının II.52 numaralı dörtlüğünde 1509 depremine atıf yapmış olabileceği ileri sürüldü.
Solakzade Mehmed Çelebi, 17. yüzyılda kaleme aldığı bir kitabın 1509 depremi ile ilgili olan kısmında, Sultan II. Bayezid'in vezirlerine ve ordu komutanlarına "depremin, başarısızlıklarının bir cezası olduğunu" söylediğini yazdı.
Alman tarihçi Johann Wilhelm Zinkeisen (1803-1863), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi (1453-1574) adlı eserinde Avrupa devletleri arasındaki anlaşmazlıkların olmaması halinde depremin sebep olduğu yıkım ve kargaşadan yararlanabilecek Avrupa ülkelerinin pekala Türklere saldırabileceklerini yazdı.
Ayrıca bakınız
- Türkiye'deki depremler listesi
Yorumlar
Yorum Gönder